18 Temmuz 2014 Cuma

Geçmişten Günümüze Filistin - İsrail Sorunu #3

Verimli Hilal diye anılan topraklarda Filistin'in yeri
20. yüzyılın en karmaşık sorunlarından biri olan İsrail - Filistin sorununun en temel bilgiler çerçevesinde mümkün olduğunca açık bir şekilde anlatmaya çalıştım. Her ne kadar, 19. yüzyılın sonlarından başlasak da anlatmaya hem tarihçiler hem de siyaset bilimciler İsrail - Filistin sorununun balangıcı olarak 1948 yılını İsrail Devleti'nin kuruluş yılı olarak kabul etmiştir.

Kısaca hatırlamak gerekirse, o dönem ki Birleşmiş Milletler, İsrail ile Arap devletleri arasında yaptıkları taksim planına göre Filistin'in topraklarını İsrail ve Arap devletleri arasında bölmüştü. Daha sonra ki süreçte Araplar ile İsrail devleti birbirlerine karşı üstünlük kurmak için yıllarca savaşmışlar ve bu savaşların kaybedeni Araplar olmuştu. Savaşın en acı yüzünü ise en çok Filistinliler görmüştü.

Filistinliler, toprakları üzerinde İsrail ile diğer Arap birlikleri (Araplar sözde Filistin'in self - determinasyon/kendi kaderini tayin hakkını koruduklarını söylüyorlardı)  arasındaki güç savaşının arasında kalmışlar, Arapların savaşı kaybetmesi sonucu yeni bir güçle yüz yüze gelmişlerdi.

İsrail'in Filistin topraklarına işgale başlaması sonucu Filistin Kurtuluş Örgütü birliği kurularak, İsrail'e karşı ilk silahlı direniş başlamıştı.

Yaser Arafat'ın 1974 yılında Birleşmiş Milletler'de yaptığı konuşma ile tüm dünya kamuoyu Filistin'in özgürlük mücadelesini de duymuştu...

1980'ler...

1980'lere gelinmişti ve İsrail ile Filistin sorunu yeni bir boyuta evriliyordu....

İsrail, Filistin Kurtuluş Örgütü'ne bağlı üst düzey komutanları ve milisleri sakladığı gerekçesini mazeret göstererek Lübnan sınırına asker yığmaya başlamıştı. Sene 1981. Dönemin savunma bakanı Ariel Şaron Hiçbir şey İsrail halkının güvenliğinden değerli değildir. Gerekirse Lübnan'a gireriz.
 Öyle de oldu...
Katliam Sonrası Sabra sokakları
Fotoğraf: Araştıralım.net
Katliam sonrasın Sabra sokakları
Fotoğraf:Araştıralım.net
1 sene sonra İsrail, Lübnan'ın başkenti Beyrut'u işgal etti. İsrail ordu birimlerine bağlı falanjistler/aşırı sağ milisler FKÖ militanlarının Lübnan'dan çıkarılmasıyla Sabra ve Şatilla'da savunmasız kalan yüzlerce Filistinli kadını, genci, yaşlıyı ve çocukları öldürdüler...

Kurşunlanarak öldürülmüş bastonlo yaşlı bir Filistinli
Fotoğraf: arastiralim.net

Duvar Dibinde öldürülmüş bir adam
Fotoğraf: arastiralim.net

Çocuklarını moloz yığınları altında kaybeden bir anne feryat ediyor...
Fotoğraf:arastiralim.net
 BBC'nin 1983'teki haberine göre resmi ölü sayısı 3.000'den fazlaydı. BBC'nin haberinin dünyada tepki uyandırmasının ardından, İsrail'de 1983 yılında  Ariel Şaron hakkında Savaş Hakları İhlali  soruşturması açıldı. Şaron görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Ancak Ariel Şaron, hakkında açılan hiçbir davada suçlu bulunmayacak sonrasında İsrail Başbakanı bile olacaktı...

http://arastiralim.net/com/siddetli-unutkanlik.html  (( Linkte, katliam sonrası bölgeye giren ilk Türk gazetecilerden olan bir muhabirin, fotoğraf makinesine yansıyan insanlık dramını görebilirsiniz... ))

Tüm bu katliamlardan İsrail ordularının da haberi olduğu ve tüm buı insanlık suçuna göz yumdukları yine BBC tarafından 1984 yılında haberleştirilmişti...

Ancak İsrail  yaşattığı tüm bu insanlık dıramanın bedelini hiçbir zaman ödemedi. İsrail kendi ülkesindeki savaş karşıtlarını sokaklarda kolluk gücüyle susturdu, birçok kişiyi hapishaneye tıktı. İki ülke halkı politik bir çekişmenin mermahetine bırakılıyordu...

İsrail'in, Filistinliler üzerinde baskılar 1987 yılına gelindiği dönemde de devam etti...

Filistinliler, yapılan tüm bu katliamların da etkisiyle 1987 yılında İntifada/topyekün direniş çağrısı yaptı.
Gazze Şeridi'nde başlayan kitlesel ayaklanma kısa sürede tüm Filistinliler arasında yayıldı ve Batı Şeria'ya kadar uzandı.

Protestolar sivil itaatsizlik şeklinde sürdü. İsrail malları boykot edildi, Batı Şeria'da ve Gazze'de genel grev ilan edildi, İsrail topraklarında çalışan Filistinliler işlerine gitmedi. İsrail ordusu Filistin'e göz dağı vermek için Batı Şeria ve Gazze'nin bazı bölgelerine tanklarla girdi.Karşılarında taş atan çocuklarla karşılan İsrail ordusu, bu çocuklara dom dom kurşunu ve tank toplarıyla karşılık verdi...

Bu savaş 6 sene sürdü.  Oslo'da yapılan görüşmelerde bir ilerleme kaydedilememiş olsa da Filistinliler, İsrail'in, Filistin'den işgal ettikleri topraklardan çekilmeyi kabul ettikleri taktirde İsrail'in tanınabileceğini söylemesi görüşmeleri Washington'a taşıdı.

İlkeler Deklarasyonu olarak adlandırılan bu tarihi görüşmeyi dünya televizyonlarında 400 milyon kişi canlı olarak da izledi.

Prensipler anlaşması olarak da anılan İlkeler Deklarasyonu sonucu, Filistin'de beş yıl için geçici bir özerk yönetim kurulması onaylandı. Filistin  ilk başta kazanım elde etmiş gibi görünüyordu...

Anncak 2000'li yıllarda Ortadoğu'nun yitik halkı Filistin, topraklarında üç savaş daha görecekti...

İkinci İntifada
Yaser Arafat'ın Ölümü
Hamas'ın Seçimleri Kazanması
2008 Gazze İşgali
2014 Gazze İşgali

14 Temmuz 2014 Pazartesi

Geçmişten Günümüze Filistin - İsrail Sorunu #2

1959 yılında Yaser Arafat liderliğinde El-Fetih örgütü kurulmuştu. El-Fetih, Filistin halkının haklı mücadelesini dünyaya duyurmak ve özgürlüklerini kazanmak adına İsrail askerleriyle silahlı mücadele kararı alan ilk örgütlü direniş grubuydu.

1964 yılında Cemal Abdülnasır'ın desteğiyle kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü'nün de aktif katılımıya Filistin halkının direnişi daha da güçlenmişti.

İlk başta Arap Devletleri Filistin Kurtuluş Örgütü'nü tanımışlar ve kendilerine bağlı kalmasını istemişlerdi. Ancak Filistinliler tam bağımsız bir örgüt istediklerinden, 1969 yılında Yaser Arafat örgütün başkanlığını ele geçirmiş ve örgüt Arafat'ın liderliğinde diğer Arap devletlerinden bağımsız olarak hareket etmiştir.

1967 senesi; Ortadoğu coğrafyasındaki nehirlerin yine kırmızı renkte aktığı bir yıl oldu.

Tarih kitapları 6 Gün Savaşları dese de savaş, 5 Haziran 1967 tarihinde başladığı için literatüre Haziran Savaşı olarak geçti. İsrail yaşam alanını genişletmesi ve ülke vatandaşlarını daha geniş topraklara yayabilmesi için toprağa ihtiyacı vardı. Aynı zamanda Ürdün, Mısır ve Suriye ile su yolları yüzünden sürekli diplomatik krizler yaşıyordu. Arap Devletleri de İsrail'den 1948 yılında kaybettiği toprakları geri almak istiyorlardı.
5 Haziran sabahı İsrail uçakları, Mısır hava sahasına saldırdı. Mısırlı havacılar daha karagahlarından çıkamadan 300 uçakları kullanılamaz hale gelmişti bile. 6 günün sonunda İsrail kesin zafer elde etti.

İsrail savaş sonucu, Mısır'dan Sina yarımadasını,Suriye'den Golan tepelerini, Filistinden'de Gazze Şeridi ile Batı Şeria kentlerini aldı. Böylece İsrail kurulduğu 1948 senesinden beri en geniş sınırlara ulaştı. Böylece İsrail savaş sonrası topraklarını 4 kat arttırdı. Birleşmiş Milletler, İsrail'in toprak ilhakına müdahele etse de İsrail, Birleşmiş Milletler'in hiçbir kararını tanımadı. İsrail'in bu tavrı, günümüzde halen bölgedeki güncelliğini koruyan sorunların en büyük nedenidir.

Batı Şeria ve Gazze'nin işgal edilmesi üzerine Yaser Arafat, Filistin'in tam bağımsızlığı ve İsrail'in işgal edilen topraklara yerleşememesi için silahlı mücadeleye başladı. İlk kez 1970 yılında Arafat liderliğindeki Filistin Kurtuluş Örgütü'yle tanıştı İsrail askerleri.

Sokaklarda başlayan çatışmalar ev ev, mahalle mahalle direnişler şeklinde örgütlendi. 1970 yılı boyunca İsrail Gazze'ye ve Batı Şeria'ya yerleşemedi, ancak askerlerini de bölgeden tahliye etmedi.

1972 yılında ise Dünya uzun yıllar etkisini yitirmeyecek bir olay yaşadı....

1972 Batı Almanya'nın Münih kentinde düzenlenen Olimpiyat oyunlarında İsrailli sporcuların kaldığı otele 4 eylülü 5 eylüle bağlayan sabah saldırı düzenlendi. El Fetih'e bağlı 8 militan, İsrailli 11 sporcuyu rehin aldı.

Saldırganların iki talebi vardı. İsrail hapishanelerinde tutulan 200 Filistinlinin salıverilmesi ve RAF'a bağlı ( Red Army Fraction / Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu) iki tutuklunun serbest bırakılmasıydı.
İsrail hükümeti ilk başta zaman kazanmak istedi. Bu yüzden Alman hükümetine saldırganların oyalanması talebinde bulunuldu. İsrail aynı zamanda bölgeye kendi özel birimlerini yollamak istedi. Ancak Almanlar yasalarının gereği böyle bir şeyin söz konusu olamayacağını söyleyip İsrail birimlerini Alman topraklarına sokmadılar.

Alman yetkililerin operasyon için aceleci davranması sonucu 11 İsrailli sporcu, 5 El Fetih militanı, 1 Alman polisi hayatını kaybetti. 3 Saldırgan ise canlı ele geçirildi.Dünya basını yaşanan tüm bu hadiseleri dünya kamuoyuna Münih Katliamı, Kara Eylül, Kanlı Eylül olarak duyurdu.

İsrail 11 sporcusunun öldürülmesinin ardından sivil ve askeri birçok özel istihbarat birimleri kurdu ve Filistin Kurtuluş Örgütü, El Fetih başta olmak üzere hareketin fikri önderlerine bir dizi suikastlar gerçekleştirdi. Ancak pek başarılı olduğu söylenemez. Almanya'da esir tutulan 3 saldırgan ise, 1 ay sonra, El Fetih birimlerine bağlı kişilerce Lufthansa uçağının kaçırılmasına karşılık serbest bırakıldılar.

Dünya, Filistin'in kurtuluş birimlerine bağlı örgütlerin bu saldırılarını kabul edilemez olarak görüyordu. Yaser Arafat ise 1974 yılında  Birlemiş Milletler'de ilk kez konuştu.

Dünyanın gözü  İsraille mücadelede son 5 yıla damgasını vurmuş bu liderdeydi. Mesajı netti. Barış ve özgürlük istiyordu.

Bugün buraya elimde bir zeytin dalı ve bir özgürlük savaşçısının silahı ile geldim. Elimdeki zeytin dalının düşmesine izin vermeyin...

1975 yılında dünya da artık ilk kez, İsrail - Filistin sorununa Filistin halkının meşru çıkarlarının da hesaba katılması gerektiği konuşuluyordu...

İsrail Filistin sorunu yeni bir boyuta taşınıyordu... 1980'lere gelinmişti...

YARIN...

 Yom Kippur Savaşı 1973
Barış Arayışları  1999 görüşmeleri
Oslo Barış Süreci
İntifada Çağrıları
Dünyanın Unutamadığı O An
2000'lerde İsrail-Filistin

11 Temmuz 2014 Cuma

Geçmişten Günümüze Filistin - İsrail Sorunu #1

Gazze bombalanırken, şehrin semalarında bir uçurtma uçuruluyor...
1897 yılında İsviçre'nin Basel kentinde Birinci Siyonizm Konferansı düzenlendi. Gazeteci, Theodor Herzl toplantıdan bir yıl önce "Der Judenstaat" yani "Yahudi Devleti" kitabını yayınladı. Kitap, yahudilerin özellikle Avrupa'da gördüğü yahudi düşmanlığı yüzünden kendi devletlerini kurma fikirleri üzerine bir çalışmaydı. Kitabın yazılışından yaklaşık 50 sene sonra, tıpkı kitapta tasarlandığı gibi bir Yahudi Devleti kurulacaktı. Bu kitap halen İsrail vatandaşları için bir manifesto yapıtı değerindedir.

Birinci Siyonizm Kongre'sinin sonucunda Basel Programı yayınlanmış ve Filistin'de bir Yahudi vatanının kurulması kararı alınmıştı. Dünya Siyonizm Teşkilatı'nın da bu amaca ulaşmak için faaliyette bulunması kararı verilmişti.

1948 İsrail Devleti'nin Resmen Kuruluşu

1897 yılında alınan bu kararlar neticesinde, 1903 yılında 25 bin kişilik ilk Yahudi kafilesi Filistin'e yola koyuldu. 1904 ile 1914'deki 10 yıllık süreçte 40 bini aşkın Yahudi, tarihte ikinci büyük Yahudi göçmen dalgasıyla Filistin topraklarına yerleşmişti.

Filistin o zaman Osmanlı topraklarındaydı. Dünyanın o dönem ki süper gücü İngiltere'nin tüm Ortadoğu'da gözü vardı. 1920'li yıllara gelindiğindeyse Filistin tamamiyle İngiltere hakimiyetine girdi.  Sonraki 27 yıllık süreç İngiltere'yi hayli zorlayacaktı. Özellikle artan Yahudi nüfusa toprak bulmak amacıyla İngiliz askerleri Filistinlilerin ve Arapların yaşadığı toprakları işgal edeceklerdi. Bu dönemde özellikle Avrupa'daki Nazi soykırımından kaçan Yahudilerin büyük kısmı şimdiki Tel Aviv topraklarına gelmişlerdi.

Yahudiler artık bölgedeki nüfusun üçte birini oluşturuyordu. Ancak toprakların sadece yüzde 6'sı onların elindeydi. Yaşam alanlarını genişletmek için işgal gerekiyordu. Tüm bu süreçler yaşanırken, İngiltere'de Yahudiler'in, Filistinliler'in ve Araplar'ın sorunlarını çözüme kavuşturamamış ve bölgedeki hakimiyetini Birleşmiş Milletler'e devretmişti.

Birleşmiş Milletler özel bir komite oluşturmuş, bölgeyi Yahudiler ve Filistin-Arap devletleri arasında bölmüştü. Birleşmiş Milletler'in önerdiği çözüme göre; Filistin'in yüzde 56,47'sini Yahudi Devletine, yüzde 43,53'ü de Arap devletine  bırakılmıştı. Kudüs'ün ise uluslararası idare altında olması kararlaştırılmıştı.

Bu dönemde Yahudiler Tel Aviv'de yoğunlaşmışlar ve orada yaşayan Filistinli ve Arapları bölgeden sürmeye başlamışlardı.Amerika Birleşik Devletleri de daha fazla Yahudi'yi Filistin'e göçmesi için teşvikte bulunmuş ve o dönem İngiltere'den bu politikası nedeniyle sert tepki görmüştü. İngiltere kendi çıkarları doğrultusunda Amerika'nın siyonizm hareketine destek vermesini istemiyordu.

Hem Arap hem de Yahudi taraflar, artık savaşın  kendilerine enselerindeki ter kadar yakın olduğunun farkındaydılar. Yahudi milis güçleri de bu dönem Arap köylerinde Temizlik Operasyonları'na başlamıştı.

Yıl 1948'di...

Tel Aviv'de toplanan Yahudi Milli Konseyi 14 Mayıs 1948 sabahı yayınladığı bir bildiri ile resmen İsrail Devleti'nin kurulduğunu ilan etmişti. ABD, İngiltere ve Sovyetler Birliği ilk ölçüde İsrail'i tanıyan ilk devletler olmuştu.

İsrail Devleti'nin kurulmasından birkaç saat sonra Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak aralarında anlaşacak ve İsrail'e karşı savaş ilan edecekti. İsrail daha bayrağını ülke topraklarında göndere çekemeden kendisini savaşın içinde buldu. Arap Birliğinin üç koldan saldırısı, Amerikan askeri yardımı alan İsrail birliklerinin özel alan savunması taktiği ile bertaraf edildi.

Savaş kısa sürdü. İsrail 1947'de  BM'ye göre elde ettiği yüzde 56'lık toprak alanını yüzde 78'e çıkardı. Filistin toprakları savaş yüzünden yeniden işgale uğramıştı. 700.000 Filistinli evlerini terk etmek zorunda kalmışlar, komşu devletler veya arapların yoğun olarak yaşadığı bölgelere sığınmak zorunda kalmışlardı.

Topraklarından sürülen Filistinliler'den 250.000 kadarı da Gazze'ye yerleştirilmişti.

1948 ile 1952 arasında Mısır, Ürdün, Suriye, Suudi Arabistan, Irak ve Lübnan'da yaşayan binlerce yahudi bu ülkelerdena atılmıştı. İsrail tüm bu Yahudiler'e yerleşim alanı açmış ve Yahudileri Filistin topraklarının üzerine yerleştirmişti.

Ancak İsrail'in sürdüğü Filistinliler Arap ülkelerinden yardım görmemiş Arap devletlerince  kendi kaderine tayin edilmişlerdi... Bu yüzden Filistinli Mülteciler meselesi günümüzde halen güncelliğini koruyan sorunların başında gelmektedir.

Arap Devletlerinin yeni kurulan İsrail devletini tanımamasının sebeplerinin arasında Filistin halkının haklarını korumak ya da Filistin halkı adına mücadele etmek gelmiyordu ne yazık ki. Mısır, Irak, Ürdün'ün tek çıkarı yeni kurulan ve zayıf olarak gördükleri bu devletten toprak almak ve zengin Yahudiler'in servetlerine konmaktı. Bunun için Filistin meselesini mazeret olarak sundular.

Ayrıca Arap devletleri Filistin Meselesi'nde samimi olsalardı, savaş sonrası evsiz kalan yüzbinlerce Filistinli, Arap Birliği adı altında toplanan bu ülkelere yerleştirilir ve günümüzde de bu sorun var olmazdı.

Savaş sonrası İsrail, Filistin'le masaya bile oturmamış, Mısır, Ürdün, Irak ile ayrı ayrı anlaşmalara imza atmıştı. Topraklarını genişleten İsrail, en büyük ideası olan ebedi başkent Kudüs'ten de böylece ilk toprak parçasını kendi bünyesine katmış oluyordu. Kudüs'ün batısı İsrail denetimine, doğusu ise Ürdün'e bırakılmıştı.

1946'da 608.000 olan İsrail nüfusu, 1947'de 650.000'e savaş sonrası 1949'da ise 758.000'e ulaşmıştı.

Özetle, İsrail, binlerce yıl Ortadoğu'da kalmış ve son 400 yıldır da Osmanlı himayesinde barış halinde yaşamış bölgenin asıl yerleşik halkı konumunda bulunan Filistinli yurttaşları adım adım vatanlarından çıkarıyordu...

1950'li yıllar...

Arap devletleri 1948 savaşından ders almamışlardı.İsrail'i hala küçümsüyorlardı. Tehlikenin farkında değillerdi. Thomas Edward Lawrence'ın (Arabistanlı Lawrence) araplar için söylediği şu söz de görüşlerimizi de doğrular nitelikte. Araplar, uyuşuk insanlar. Buradaki çöl sıcakları onların karakterlerine de zuhur etmiş. Çok uyuşuk ve ileri görüşlü değiller. Bu yüzden kandırılmaya müsayitler.

Osmanlı Sadrazımı Sokullu Mehmet Paşa'nın hayali olan ancak 1800'lü yılların başında Fransız mühendis Ferdinand de Lessepsin'in teşebbüsü İngiltere ve Fransa'nın ortak girişimleriyle gerçekleştirilen Süveyş Kanalı projesi, Ortadoğu'un stratejik değerini daha da arttıracaktı.

1956 yılında Mısır lideri Cemal Abdül Nasır dünyaya Süveyş Kanalı'nı millileştirdiğini duyuruyordu.  Dünya şaşkındı. Mısır neyine güvenip de İsrail başta olmak üzere kanal üzerinde hak iddia eden İngiltere ve Fransa'ya kafa tutuyordu.  Dünya kamuoyu bir ay sonra öğrenecekti ki Mısır'ı destekleyen bir güç vardı.

Sovyet Rusya; İsrail ile Fransa, İngiltere arasında yapılan gizli anlaşmayı öğrenmiş ve İngiliz orduları Sina yarımadasına çıkarma yaptıklarında Birleşik Krallık'a ültimatom vermişti. İngiltere'nin kara harekatına Fransa'da katılınca Moskova, Paris ve Londra'ya atom bombası atmakla tehdit etmiş, Aralık ayında Mısır topraklarındaki tüm İsrail, İngiliz ve Fransız askerleri çekilmişti.

Sovyet'lerin Ortadoğu'daki prestiji artmış İngiltere'nin de artık dünyanın tek hakimi olmadığı anlaşılmıştı. Dünya liderliği üniformasını çıkartan İngilizler görevi Amerikalılara bırakacaklardı...

1950'lili yıllar Filistinliler için sıcak savaş halinde geçmese de İsrail'in sürekli genişlemek istemesi ve Filistinlilere yaptıkları baskılar sonucu Filistiniler tam bağımsızlık savaşı kararı almışlardı. 1960'lı yıllara gelinmişti. Dünya İsrail'in Filistin'e yaptığı zulmü görmüyordu. Filistinliler  hem özgürlük savaşımlarını sürdürmek hem de bağımsızlık mücadelelerini dünyaya duyurmak adına Filistin Kurtuluş Örgütü çatısı altında toplandılar...

Liderleri de Yaser Arafat'tı...

--------------------------------

Ortadoğu'da bugün neler olduğunu anlamak ve özellikle İsrail - Filistin meselesini derinlemesine hakim olmak için önerebileceğim üç kitap olacak..

Toprağımızın Kokusu: Filistin ve İsrail'in Sesleri / Kenize Mourad
                                                                               Çeviri: Nedim Demirtaş

                                                                                Everest Yayınları

Filistin Uğruna: 1948'in Tarihini Yeniden Yazmak / Eugenel Rogan
                                                                            Küre Yayınları

Filistin'in Çocukları / Gassan Kanafoni
                                  Otonom Yayıncılık

Yarın...

Filistin Kurtuluş Örgütü
1967 Haziran- 6 gün Savaşları
1973 Yom Kippur Savaşları
Arafat BM Görüşmeleri
1977 İsrail'de Sağ'ın Yükselişi ve İsrail'deki Siyasi Olaylar
1982 İsrail'in Lübnan'ı İşgali
1987 Birinci İntifada
1991 Madrid Zirvesi/ Barışa Doğru
1993 - Norveç Sarpsborg Barış Müzakereleri
1994 Özerk Filistin Yönetiminin Kurulması
2000 İkinci İntifada / Kısa Süren Barış Dönemi
2002 İsrail'in Batı Şeria İşgali / Dünyayı Sarsan Gün / Tüm dünyanın gözü önünde İsrail Askerlerince Baba Oğulun Öldürülmesi
2003 Bush Ortadoğu'ya da Müdahele Ediyor
2004 Yaser Arafat / Kurtuluş Kahramanının Ölümü
2008 Gazze Savaşı / Sivil Katliamı
2012 / Gazze Bombalanması / Can Ertuna'nın Tanık Olduğu Olaylar 
2014 / Güncel

8 Temmuz 2014 Salı

Non Stop

Schindler's List filminde Bay Schindler rolüyle uzun süre hafızalardan silinmeyecek rol sergilemişti Liam Nesson. Film 7 dalda oscar almış ve bundaki en büyük pay da Liam Nesson'ın filmde gösterdiği performans olmuştu..

Non Stop'ı da bu hatır gönül ilişkisi içinde izledik. Merak ettiren yönüyle ve akıllıca yazılmış senaryosuyla iyi başlayan bir filmin finali bu kadar kötü bitirilebilirdi sanırım. Liam Nesson bile filmi tek başına kurtarmak için yetmedi.

Yine de Bay Schindler'e hatrınız varsa, siz de boş geçmeyin bu filmi...

Ben Apaçi Değilim

Şehrin öteki yüzünü, bize gösteren bir çalışmaya imza atmış Aytunç Akad...

Neden apaçiler denildiğini onlara kendileri de bilmiyorlar aslında... Cadde çocuklarının, retro giyinmeyi sevenlerin nasıl kendilerine göre bir tarzı varsa, bu çocukların da üzerlerine giydiklerinde kendilerini iyi hissettikleri bir tarzları var.,

Filmin çekimleri yaz boyunca devam edecek... Önümüzdeki sene muhtemelen de Filmekimine yetiştirilecek...

Bisiklet ile Manş'ı Geçmek

Chris Froome, Fransa Bisiklet Turunun 2013 şampiyonu..  Aynı zamanda da bir reklam filmi için, Manş tünelini  bisikletiyle geçen ilk sporcu...

Reklam filmi 60 kişilik özel bir ekiple kayda alındı ve ortaya bu özel görüntüler çıktı. Froome, 38 kilometrelik yerin altındaki Manş yolculuğunu 55 dakikada tamamladı.  Saatte  ulaştığı hız ise; 65 kilometreydi... (yukarıdaki videoda görülebilir)


Keşke her reklam filmi böylesi yönetmenlerin elinden çekilse...

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Anonyma / Eine Frau in Berlin

26 Nisan 1945 yılında Berlin'e ilk giren Sovyetler Birliği'nin Kızıl Ordu birimleri olmuştu...

Sovyetler, Moğolistan, Elbruz Dağları, Kafkasya, Beyaz Rusya, Ukrayna başta olmak üzere tüm orta Asya ve Rusya topraklarında kalan milletlerden oluşturduğu milyonluk gücüyle 26 Nisan sabahı  Polonya üzerinden Berlin'e girmişti.

Berlin'in haritadaki yerini bile bilmeyen binlerce Sovyet askeri, Berlin'de yaşayanlara ve özellikle Almanlara karşı öyle bir öfke ve kinle dolmuştu ki, onların gözünde her bir Alman öldürülmeye değerdi.

Erkeklerinin birçoğunu savaşta kaybeden Alman kadınlarının yaşama şansları, binlerce Sovyet askerinin kaderine kalmıştı. Sovyet askerleri şehirde günlerce kadınlara istedikleri gibi tecavüz ettiler. Kadınlık onuru belki de tarih boyunca, bundan daha aşağılayıcı bir yargılamayla karşı karşıya kalmamıştı. Alman kadın gazeteci  Martha Hiller o günlerde yaşanan tecavüz olaylarını gün gün not etmiş ve saklamıştı..

Yıllar sonra gazeteci Martha Hiller bu notlarını kitaplaştırmış ve kitap içeriği yüzünden ilk basımını da sansürlü yapmak zorunda kalmıştı...  Kitap Anonyma ismiyle yayınlandı ve 2008 yılında da  Max Färberböck tarafından Eine Frau in Berlin ismiyle filme çevrildi...

Bu insanların bu zulmü yaşamasına neden neydi peki? Führerlerinin onları asla terk etmeyeceğini düşündüğü Alman halkı tüm bu zulümler yaşanırken Adolf Hitler sığınağında savaştırmak için küçücük çocuklara Cross İron/Zafer Madalyası takıyordu.  Aklını kaçırmıştı. Hala savaşın kazanabileceğine inanıyordu. ( Hitler'in son günlerinde sığınağında nasıl bir psikoloji içerisinde olduğunu merak edenler ve hala savaşı kazanabileceğine olan inancını görmek isteyenler,  William Shirer'ın Nazi Almanyası / Doğuşu, Yükselişi ve Çöküşü kitaplarının üçüncü cildde ki Çöküş kısmına bakabilirler )

Ne yazık ki Almanlar işgal altındayken bile Adolf Hitler'in onları kurtaracağından eminlerdi. Konuyu dağıtmamak adına yıllar öncesine gidelim...

Tarih 21 temmuz 1941...

Alman orduları Smolensk'i kuşattılar..  Alman askerleri ilk defa geldikleri bu topraklarda hiç tanımadıkları insanları öldürdüler, birçok köyü de yaktılar...

Alman askerleri birçok Rus kadınına tecavüz etti ve birçoğunu da evsiz bıraktı...  Rus savaş tarihçilerinin ve Sovyetler Birliğinin arşivlerinde bu katliamlarla ilgili birçok rapor var...

Savaşın kazananı yoktu, ve olmayacaktı da. 1941 yılında masum kadın, çocuk ve yaşlılar Smolensk'te ne zulümler yaşadıysa 1945 yılında Berlin'de, aynısını Alman halkı yaşamıştır... Savaşın getirdiği ağır psikolojik yıkımlar, birçok erkeğin yapmaması gereken davranışa itmiş, hayvansal güdülerini harekete geçirmiştir.

Aslında yazı da sadece yukarıda filmle ilgili birkaç pasaj yazacaktım ancak film olayları aktarmak da biraz yavan kalmış. O yüzden tarihsel sürecin ve olayların bu noktaya gelmesinin başlıca sebeplerine az da olsa değindik...

Woman İn Berlin orjinal ismiyle Eine Frau in Berlin, eksikleri çok olmasına rağmen gözden kaçmaması gereken filmlerden.. Film mide bulandırıcı eril yapının bünye üzerinde bıraktığı tiksinç etki için bile izlenebilir...

4 Temmuz 2014 Cuma

Hırka-i Şerif

Hz. Muhammed'in vasiyeti üzerine Veysel Karani'ye bırakılan önemli kutsal emanetlerden biri olan Hırka-i Şerif ziyarete açıldı...

Yukarıda ki metin Doğan Haber Ajansı'ndın. Haber ajansı, Hırka-i Şerif'in ziyaretçilere açıldığını duyuruyor duyurmasına ancak küçük bir bilgi yanlışlığıyla. Malesef ki bu bilgi yanlışlığı da birçok internet sitesinde de bu şekilde, düzeltilmeden girdi.

Giriş bölümünde yazan Hz Muhammed'in vasiyeti üzerine Veysel Karani'ye bırakılan kutsal emanetlerden biri  kısmı, haberi daha hızlı girebilmek adına birçok haber sitesinde değiştirilmeden kamuyona sunuldu. Dijital ortamdaki bu güvensizlik başka bir yazının konusu, şimdilik bu kısma girmeyelim...

Öncelikle Veysel Karani'ye verilen hırka Hz Muhammad'in vasiyet isteği değil.  İslam tarihinde özel bir yeri olan Veysel Karani, Yemen'de deve çobanlığı yaptığı sırada Yemen'e gelen müslümanlar aracılığıyla yeni dini yani İslamiyet'i benimsemiştir. Çok sevdiği ve tanışmak istediği İslam peygamberi Hz Muhammed'i ziyaret etmek amacıyla Medine'ye gitmiştir.

Veysel Karani'nin Medine'ye gittiği sırada peygamber evde yoktu, Veysel Karani'de annesine hemen döneceğinin sözünü verdiği için eve geri dönmek zorunda kalmıştır.

Hadiseyi öğrenen peygamber, Veysel Karani'nin kendisini görmek için onca yol gelip göremeden gitmiş olduğuna üzülmüş ve kendi hırkasını ona göndermiştir.

Ve bu hırkanın da, yerli yabancı birçok tarihçi tarafından Hırka-i Şerif camiininde sergilenen hırka olduğu söylenir...

Hikayenin İslam, Fars ve Osmanlı tarihçilerine göre ortak noktası bu. Bazı yabancı Ortadoğu tarihçileri de bu anlatının gerçeğe en yakın olan dizin olduğu görüşünde.

Ancak vasiyeti olduğu konusu yanlıştır. Lakin, Hz Muhammed'in hadislerde yazdığı kadarıyla bilinen 13 maddelik vasiyeti vardır ve hiçbirinse Veysel Karani'yle ilgili bir yazı yazmaz...

***

Küçük bir nok eklemek gerekirse, IŞİD,  daha önce bombaladıkları Suriye'nin Raka kentinde bulunan Veysel Karani türbesini, geçtiğimiz Haziran ayında türbe, heykel, minare gibi estetik eserler Allah'a ortaklık(şirk) saydığı için yerle bir etti.

http://www.youtube.com/watch?v=I3nnw_GUtcQ&oref=http%3A%2F%2Fwww.youtube.com%2Fwatch%3Fv%3DI3nnw_GUtcQ&has_verified=1

IŞİD'le ilgili sayfalarca yazı yazılabilir ancak tek bir şey söylemek istiyorum.
İslam adına cihat ettiklerini dünyaya duyuranlar,İslam Peygamberi'nin hırkasını hediye ettiği insan adına inşa edilen bir yapıya bile tahammüleri yok...

3 Temmuz 2014 Perşembe

I Follow You


İnsanın içinde bir yerlerde hep saklı kalan umudu yeşertiyor bu şarkı...

Prandelli


2006 yılı. Prandelli'nin, hayallerinin takımı olan Roma'dan ekibin teknik direktörü olması için resmen teklif aldığı yıldı.
Sözleşme yapıldı. Prandelli'nin basın toplantısındaki sözleri çocukluk hayallerinin gerçekleştiğini gösteriyordu. Şu anda bir futbol adamı olarak hayallerimin takımına teknik patron olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Bu imza şu ana kadar ki hayatımın en güzel anı...

Prandelli henüz Roma'nın antrenman sahasının yeşil çimlerine basamadan, iki çocuğunun annesi, 22 yıllık eşinin kolon kanseri tekrar nüksetmişti. Prandelli, tarihi kararını verdi. Eşiyle ilgilinmesi gerektiğini söylerek Roma'daki görevinin üçüncü gününde istifa etti. Roma o sezon üç teknik adam değiştirmek zorunda kaldı. O dönem Prandelli İtalyan futbol otoritelerince en iyi İtalyan teknik adam olarak gösteriliyordu..

Prandelli hiçbir şeyi umursamadı. 2 sene boyunca eşini bir an olsun yalnız bırakmadı. Hastane kapılarında, yoğun kemoterapilerde eşinin dizinin dibindeydi hep. İçin için ağlıyordu ancak yüzündeki gülümsemeyi eşinden bir an olsun da eksik etmedi.

2 sene sürdü mücadeleleri. Prandelli futbol sahaları dışında ilk kez yenilmişti hayatta. Eşini amansız hastalığa verdi. Çok üzüldü.

Fiorentina'dan teklif geldi o sıra. Kendisini çocuklarına ve mesleğine verdi. Fiorentina'ya Terim döneminden sonraki en iyi günlerini yaşattı. 4 sene görev aldı ve İtalya'da yılın teknik adamı seçildi.

Sonrasında İtalyan Milli takımı emanet edildi Prandelli'ye. 4 sene de orada görev aldı. 2006 Dünya Kupası'ndan beri milli takımlar düzeyinde başarı yakalayamamış olan İtalyan Mili Takımı'nı 2012 Avrupa Şampiyonası'nda finale çıkardı.

Son Dünya Kupası'nda da Urugay'a 1-0 yenilerek elendi İtalyanlar.  Prandelli 4 senelik görevini de bitirmiş oldu böylelikle.

Bugün itibariyle ismi Galatasaray ile anılıyor.  Prandelli'nin futbol kariyerini yazmak değildi yazının konusu ancak bilinmesi açısından yüzeylice biraz geçmek istedim üzerinden...

Başarılı olmak elbette önemli hayatta ancak insani yönleri ağır basan ve sevdiklerini terk etmeyen insanlara hep daha yakın hissetmişimdir kendimi. Prandelli'nin eşiyle olan yaşadıkları yakın zamanda etkilendiğim ender olaylardan.
 
Biliyoruz ki eşini koşulsuzca ona sadık kalarak seven bir erkeğe herkes güvenebilir. Galatasaray'da bu adama rahatlıkla emanet edilebilir. Prandelli eğer gelirse ülkede  bazı kesimlerce de örnek alınacaktır.

Yarın da eğer istenilirse Prandelli'nin taktiksel yönlerini, futbolda geçirdiği yılları yazarız... Takdir sizin...

To Leave

İrlanda'dan babam çıksa dinlerim klişesi vardır. Duyulmuştur muhakkak bu söz.

Bu sözü biraz evriltecek olursak, herhalde kuzeyden çıkan her melonkolik müzik dinlenir olur..  Shamrain, Finlandiya'nın kıyısında köşesinde kalmış, ülke topraklarında pek de bilinmeyen Doom Metal gruplarından.

Müzikleri, Kuzey'in sarsıcı ağır havasından mıdır, insanı yerlerde sürüklendiren bir etki yaratır. Dinlenmesini bu yüzden pek de tavsiye etmiyorum.

Hassas duygulu insanlar için biraz sıkıntı verir... 

Ayrıca grubun internet sitesinin girişinde dinleyiciler için bir uyarı vardır.. Kendilerini başka kimsenin ifade edemeyeceği biçimde ifade etmişler..

The most common symptoms may include: Trembling, dyspnea, heart palpitations, chest pain, sweating, nausea, dizziness, light- headedness, hyperventilation, paresthesias, sensations of choking or smothering or derealization, or the feeling that nothing is real. you may or may not enter. (As you wish)

En sık görülen belirtileri şunlardır: Titreme, nefes darlığı, kalp çarpıntısı, göğüs ağrısı, terleme, bulantı, baş dönmesi, sersemlik, normalden daha hızlı ve derin nefes alma, deride hissedilen yanma ya da karıncalanma hissi, boğulma veya boğucu veya çevreye yabancılaşma, ya da hiçbir şeyin gerçek olmadığı hissi. Girebilir ya da girmeyebilirsin... ( Dilediğiniz gibi )

Kadınım Hoşgeldin

Hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin.
Yorulmuşsundur;
Nasıl etsem de yıkasam ayacıklarını.
Ne gül suyum, ne gümüş leğenim var.
Buzlu şerbetim yok ki ikram edeyim.
Acıkmışsındır;
Sana beyaz örtülü sofralar kuramam,
Memleket gibi esir ve yoksuldur odam...

Hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin.
Ayağını bastın odama,
Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi.
Güldün,
Güller açtı penceremin demirlerinde.
Ağladın,
Avuçlarıma döküldü inciler;
Gönlüm gibi zengin,
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoşgeldin kadınım benim, hoşgeldin...

Nazım Hikmet Ran


2 Temmuz 2014 Çarşamba

In Between Love

Sesi Gary Graff''in deyimiyle Bir fıçı burbonda ıslatıldıktan sonra beş ay tütsülenmiş ve ardından da bir arabanın altında çiğnenmiş gibidir...